Kansere yakalanma riskimizin aslında bir çoğunu kontrol edebildiğimiz genlerimiz, çevremiz ve hayat görüşümüzün bir kombinasyonuna bağlı olduğunu bilmekteyiz.
Ancak uzmanlar 10 kanser vakasının dördünden daha fazlasının yaşam tarzında yapılan değişikliklerle önlenebileceğini düşünmektedir, şöyle ki:
Bazı kişiler mesleklerinde kullandıkları kimyasallar ya da uygulamaların bir sonucu olarak daha fazla kanser riski altındadır. İşyerinde güvenliğin iyileştirilmesi geçmişe oranla daha az kişinin risk altında olması anlamına gelmektedir.
Kanserin engellenebileceği ile ilgili kanıtlar bilim adamlarının dünya çapındaki çalışmaları nedeniyle geçen yüzyılda önemli ölçüde güçlenmiştir.
Hemen hemen her bir kanser türünün dünya üzerinde nadiren izlendiği bazı bölgeler vardır. Türkiye’de görülen en yaygın dört kanser (akciğer, meme, bağırsak ve prostat kanserleri), Sahra altı Afrika’da çok nadiren görülür. Bunun aksine, karaciğer kanseri, gelişmekte olan ülkelerde çok yaygınken Batı ülkelerinde nadiren izlenir.
Bu uluslararası çeşitliliğin temel olarak insanların genlerinden ziyade, yaşam tarzları ve çevrelerindeki farklılıklardan kaynaklandığını ileri süren iki ayrı kanıt bulunmaktadır.
Genetik değişiklikler, sadece bir kaç nesil boyunca görülen kanser oranlarındaki bu tip büyük artışlara bir açıklama getiremeyebilir.
Aynı genleri taşıyan tek yumurta ikizlerinin aynı tip kansere yakalanma şansı yalnızca onda birdir. Bu durum, kalıtımla gelen genlerin popülasyondaki kanser riski üzerinde nispeten küçük bir etkisi olduğunu göstermektedir.
1950’lerin başında gösterildiği gibi, sigara içmek akciğer kanseri ve diğer hastalıklara neden olmakta ve kanserin engellenebilir nedenleri ile ilgili daha fazla çalışma yapılmasına zemin hazırlamaktadır.
Sigara kullanmak, alkol, sağlıksız diyetler ve daha fazlası gibi yaşam tarzı etmenlerinin kanser gelişimini etkilediği gösterilmiştir. Kirlilik gibi diğer çevresel etmenler de kanser riskini etkilemektedir, ancak yaşam tarzı etmenleri ile kıyaslandığında şaşırtıcı derecede küçük ölçüde etkilemektedir.
Bu çalışma, yaşam tarzı ve kanser üzerine yapılan binlerce çalışma için önemli bir başlangıç noktası olmuştur. Obezite ve hareketsizlik bu listeye daha sonradan eklenirken; sigara kullanmak, alkol ve sağlıksız diyetler kanser nedenleri olarak onaylanmıştır.
2011 yılında yapılan yeni bir çalışma kanser riski etkilerini tekrar değerlendirmiş ve 10 kanser vakasının dördünden daha fazlasının tütün, alkol, diyet, fazla kilo, hareketsizlik, enfeksiyon, radyasyon, meslek, post-menopozal hormonlar ya da emzirmeden kaynaklandığını göstermiştir.
Risk raporları, iki farklı tip risk olduğundan dolayı, kafa karıştırıcı olabilmektedir.
Bir kişinin mutlak riski o kişinin gerçekten kansere yakalanma oranı anlamına gelmektedir. Örneğin, Büyük Britanya genelinde toplanan istatistiklerden, ortalama bir kadının yaşamı boyunca meme kanseri açısından mutlak riskinin sekizde bir ya da yüzde 12.5 olduğunu bilmekteyiz.
Her bir bireyin mutlak riski yaşamı boyunca değişmektedir. Bir kadının meme kanserine yakalanma riski, DNA’sına zarar verecek daha fazla madde biriktiğinden, yaşla birlikte artar. Ortalama olarak, 30 yaşına kadar meme kanserine yakalanma riski 2.000’de birdir, ancak 70 yaşından sonra bu risk 13’de bire iner.
Bazı faktörlerin kansere yakalanma riskini arttırdığı ya da azalttığını, diyelim ki yüzde 50 oranında, belirten beyanlar göreceli risk olarak tanımlanmaktadır. Bu, bize bir kişinin başka birisine kıyasla kansere yakalanma şansını ifade etmektedir (örneğin; sigara içmeyenlere kıyasla sigara içenler gibi).
Örneğin:
Alkol; ağız, boğaz, gırtlak, yemek borusu, karaciğer, rektum ve meme kanserlerine yakalanma riskini arttırmaktadır.
Alkol kullanmayan her 1000 kadından 118’i, 75 yaşından önce bu kanserlere yakalanabilir – bu 11.8 oranında bir mutlak risktir.
Araştırmalar günde iki kadeh alkol almanın bir kadının bu kanserlere yakalanma riskini yüzde 13 oranında arttırdığını göstermiştir. Ancak bu ne anlama gelmektedir?
Bu yüzde 11.8’in yüzde 13’ü kadar fiili bir artıştır – toplam yüzde 1.5’luk bir artış.
Bu nedenle, günde iki adet içki içen kadınlar arasındaki toplam mutlak risk 11.8 + 1.5 = yüzde 13.3’dür. (11.8 + 13 = yüzde 24.8 değil)
Yani, günde iki kadeh alkol alan 1000 kadın arasında, 75. doğum gününü görmeden önce beklenen kanser vakası 133’dür. – bu alkol almayan gruba göre 15 kat daha fazladır.
Kansere yakalanma riskini arttıran etmenler ‘risk faktörleri’ olarak tanımlanmaktadır. Bunlar:
Bu riskin, doğası gereği kesin olmadığını unutmamak gerekir. “Düşük” kanser riskine sahip bir kişinin kansere yakalanmayacağının ya da “yüksek” riske sahip bir kişinin kesinlikle kanser olacağının garantisi yoktur.
Risk faktörleri ve bunlarla baş etme yolu yalnızca kansere yakalanma oranını bir yöne ya da diğerine değiştirmektedir.
Örneğin;
Sigara dumanındaki zehirler DNA’ya zarar verdiğinden, sigara kullanmanın kansere neden olduğunu biliyoruz. Ancak sigara içen herkes kansere yakalanmaz, çünkü:
Her bir hücre, bedenimizi oluşturan ve onu iyi bir çalışma düzeninde tutan moleküler bir rehber olan DNA içermektedir. DNA, her biri hücrenin davranışlarını farklı bir açıdan yöneten gen adı verilen paketlenmiş birimlerden oluşmaktadır.
Kanser, kontrolsüz şekilde hücre çoğalmasına neden olan, belirli bir gendeki hatadan kaynaklanmaktadır. Bu gen hataları yaşamımız süresince birikirler ve bunların çoğu kanserli olmadan önce hücrelerimiz tarafından oluşturulurlar.
Bizler kanseri tek başına kalıtım yoluyla alamayız, ancak bazı kişiler ebeveynlerinden miras aldıkları hatalı genler nedeniyle kansere bir – iki adım daha yaklaşmış olarak doğarlar.
Bu durum, bu kişilerin kesinlikle kansere yakalanacakları anlamına gelmez. Ancak bunun gerçekleşmemesi için daha az DNA hasarı biriktirmeleri gerektiği anlamına gelir. Bu kişilerin kansere yakalanmaları istatistiksel olarak daha olasıdır ve doktorlar da bu kişilerin “genetik yatkınlık”a sahip olduklarını dile getirmektedirler.
Kanserlerin yalnızca yaklaşık yüzde 5-10’unun hatalı olarak kalıtsal genlerden kaynaklandığı düşünülmektedir.
Ailenizdeki kanser öyküsü ile ilgili endişeleriniz varsa doktorunuza başvurmalısınız. Doktorunuz özellikle yüksek riskli olmadığınız konusunda sizi rahatlatacak ya da bir klinik genetik merkezine yönlendirecektir.
Bu merkez yüksek kanser riskine sahip olduğunuzu düşünürse bunu sizinle tartışacak ve seçeneklerinizi değerlendirmenize yardımcı olacaktır. Bu seçenekler genetik testler, detaylı tarama ve kanseri önlemeye yönelik tavsiyeleri kapsamaktadır.
“Yüksek riskli” genler olarak bildiğimiz kalıtsal kanser genlerinin çoğu kansere yakalanma riskini büyük ölçüde arttırır ancak nispeten daha nadir görünürler.
Birçok bilim adamı artık daha zayıf etkileri olan ama daha sık görülen ustaca yapılmış genetik varyasyonları bulma konusuna odaklanmıştır. Bununla birlikte, bu “düşük riskli” varyantlar toplam kanser riskinin belirlenmesinde çok önemli olabilir.
Eğer ailenizde aşağıda belirtilen durumlar varsa, sizin ailenizin de kansere yakalanma ihtimali söz konusudur:
Eğer doktorunuz sizi bir klinik genetik merkezine yönlendirdiyse, detaylı aile öykünüze bağlı olarak kansere yakalanma riskiniz değerlendirilecektir. Bu aşamada kliniğin birçok insana yüksek kanser riskine sahip olmadığını anlatması olasıdır.
Eğer klinik yüksek kanser riskine sahip olduğunuzu düşünürse bunu sizinle tartışacak ve seçeneklerinizi değerlendirmenize yardımcı olacaktır. Bu seçenekler genetik testler, detaylı tarama ve kanseri önlemeye yönelik tavsiyeleri kapsamaktadır.
Kesinlikle genlerimiz kansere yakalanma riskimizi etkileyen yaşam tarzımız ve çevremizle etkileşim halindedir.
Bu; hatalı genleri nedeni ile kanser yatkınlığı olan kişilerin bazen hastalığa yakalanma risklerini azaltacak adımlar atabilecekleri anlamına gelmektedir.
Örneğin; CDKN2A, bir cilt kanseri türü olan melanom için yüksek riskli bir gendir. Daha güneşli olan Avustralya’ya kıyasla Büyük Britanya’daki hatalı CDKN2A kopyalarına sahip kişilerin melanom’a yakalanma riski beş kez daha düşüktür. Bu nedenle, bu vaka için güneşe maruz kalma açık şekilde önemli farklılıklar yaratmaktadır.
Yaşam tarzımızla ilgili seçimlerimizi değiştirdiğimizde, genlerimiz kansere yakalanma riskimizi değiştirebilir.
Bazı genler toksik kimyasalları nötralize ederler. Bunların hatalı versiyonları ise sigara dumanındaki zehire karşı insanları daha savunmasız hale getirir ve akciğer, mesane ve diğer kanserlere yakalanma riskini arttırır.
Diğer bazı genler gıdalarımızdaki kimyasalları nasıl işleyeceğimizi kontrol eder ve diyetimizin kanser riskimize nasıl tesir edeceğini etkiler.
Genler, eninde sonunda kanser riskini arttıran daha az sağlıklı yaşam tarzlarına daha iyi adapte olmamızı bile sağlayabilir. Örneğin, insanları keskin tatlara karşı hassas kılan genler bu kişilerin ne sıklıkla sebze tüketeceğini etkileyebilir. Ayrıca insanların yiyeceklerin tadı, kokusu ve görünüşüne karşı daha güçlü bir yanıt vermesini sağlayan genler ise bu kişilerin daha fazla yemeleri ve kilo almalarına neden olabilmektedir.
Prof. Dr. Deniz Arslan Kanser Vakfı